top of page

Şimdi anlıyorum neden olduğunu…

1927 yılı 1 Temmuz sabahı annem ve babam hiç olmadığı kadar erken uyanmıştı. Oysa dün tüm gece boyunca bugün hakkında konuşmuştuk, öğlene kadar uyumaları gerekirdi. Bir çocuk edasıyla oradan oraya zıplıyorlardı. Annem, büyükannemden kalan elbisesini nasıl daha iyi gözükebileceği hakkında babama danışıyordu. Bir yandan da babama kardeşinden takım elbisesi alması gerektiği hakkında nasihatler veriyordu. Hoş, ikisi evlenirken bile bu kadar giydiklerine, saçlarına başlarına ilgi göstermemişlerdir. Adeta beni unutmuşlardı. Her defasında beni ilgiyle kucaklayan annem bugün beni yok sayıyordu. Bütün alakaları kendileri üzerindeydi. Bu ne biçim işti!? Bu evde çocuk bendim ve bana ilgi göstermeleri gerekiyordu. Her ne kadar ikisinin önünde dans edip şarkılar da söylesem sadece hafif bir tebessüm ile beni geçiştiriyorlardı.


Şimdi anlıyorum neden olduğunu. Aslında o günlere gelmek için ne kanlar dökülmüş ne canlar kaybedilmiş ne analar ağlamış ne zorluklar çekilmişti. Dünyanın çağlar boyunca gözünün olduğu İstanbul, 1. Dünya Savaşı’ndan ve 1918 yılında Mondros Ateşkes Anlaşması’ndan sonra 18 Kasım 1918’den, 6 Ekim 1923 gününe kadar tam 4 yıl, 10 ay, 23 gün İngiliz işgali altında kalmıştı. İşgal yıllarında İstanbul halkı çok büyük zorluklar çekmişti. Ama yine de güzel Anadolu’mda başlatılan Kurtuluş Savaşı’na her bakımdan yardımcı olmuşlardı. 30 Ağustos 1922’de Büyük Zafer’le sonuçlandırılmasının ardından uzun ve çetin görüşmelerden sonra 24 Temmuz 1923’de imzalanan Lozan Barışı uyarınca düşmanlar 6 hafta içinde İstanbul’dan ayrılmışlardı. Babamın dediğine göre o gün herkes ortak coşkun bir sevinç paylaşıyordu. E kolay mıydı o günlere gelmek!?


Başında İstanbul Valisi Süleyman Sami, Belediye Başkanı Muhiddin Üstündağ, Kolordu Komutanı Şükrü Naili Paşanın bulunduğu bir karşılama komitesi kurulmuştu. İstanbul, yediden yetmişe tüm imkanlarıyla 1 Temmuz’a hazırlanmıştı. Annem ile babam bunların sadece minik bir parçasıydı. Yani o gün benim gibi birçok çocuk daha vardı. Annem bana alelacele bir elbise giydirdikten sonra babamın elini tutup sahile doğru koşmaya başlamıştı. Ben arkalarında, nefes nefese onlara yetişmeye çalışıyordum. Bir kere bile arkalarına bakmamışlardı. Ne idi bu acelelik? İstanbul ayaktaydı, sahile dökülmüştü. İstanbul, İstanbul olalı böyle karşılama törenine sahne olmamıştı. Ve sonra görmüştüm o telaşın, o heyecanın, o sevincin, o kalabalığın, o yüzlerdeki akılalmaz coşkunun, o atılan naraların, o alkışların, o atılan topların nedenini: O yüce insanı...






2 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Beğendiğim Bir Başka Öyküm: Artık

Kızlarına bakıyordu. Uğruna ne çileler çektiği kızlarına. Kocası gittiğinden beri üzerine atılan iftiralardan, suçlardan koruduğu,...

Comments


bottom of page