top of page

Beğendiğim Bir Başka Öyküm: Artık

Güncelleme tarihi: 28 Nis 2022

Kızlarına bakıyordu. Uğruna ne çileler çektiği kızlarına. Kocası gittiğinden beri üzerine atılan iftiralardan, suçlardan koruduğu, korumaya ant içtiği kızlarına. Kapadı gözlerini. Gülen, huzurlu, her an bir şey olabilirmişçesine temkinli biraz da mahcup gözlerle tekrardan baktı kızlarına. Sessizce yemek yiyorlardı. Kızları için her gün sevgiyle farklı bir şey yapardı, hiç minnet duyuyorlar mı diye düşünmeksizin.


Kafasını büyük kızına döndü. Siyah, gür, kıvırcık saçları; kara kaşları, kara gözleri vardı. O her zaman en aklı başında olandı, kendinden emindi. Sessiz bir mizaca sahipti. Okuma, yazma öğrendikten sonra asla eğitimi konusunda yardım istemedi, eğitim hayatı boyunca hep başarılıydı. Hep ayakları üzerinde durdu. Azimliydi, elinden gelenin en iyisini yapardı. Bir o kadar da doyumsuzdu. Yaptıklarıyla yetinmez, hep daha iyisini isterdi. Bu yüzden kendini sürekli sertçe eleştirir, başkalarıyla kıyaslar, haksızlık ederdi. Sanat onu besliyordu, yetenekliydi fakat kendini öyle görmüyordu. Kendini geliştirmek amacıyla sürekli kitap okur, izler, gözlemler; öğrendiklerini paylaşırdı. Büyük hayalleri vardı. Gerçekleştirmek onun en büyük motivasyonuydu.


Ortanca kızına döndü şimdi. Ailede tek et yemeyen oydu. Uzun, oval suratı önündeki yemeğe odaklanmıştı. İstemsizce arada ezilendi o. Doğduğundan beri kocasının akrabalarının etkisinde en çok o kalmıştı. Hep sinirliydi, aniden duygularını ortaya dökerdi ama bir o kadar da merhametliydi. Bu durumun dengesiz bir ikilemine kapılmıştı. Doğumundan beri sağlık problemleriyle boğuşuyordu. Küçükken havale geçirmişti. Onun üzerinde büyük bir etkisi olmuştu, daha kırılgan bir hale gelmişti. Bir daha geçirseydi bu hayatının sonu olabilirdi. Şimdi ise uzun, ince bedenindeki skolyozu ile mücadele ediyordu; günden güne kötüleşen durumu onu aynaya bakmaktan kaçınır hale getirmişti. İçten içe tüm bunlar için kendini suçluyordu. Akbaba misali sürekli ablasının artıklarıyla geçinirdi. Üstelik sürekli ablasıyla kıyaslanıyordu. Kendi kendine neden onun gibi olamadığını sorup acımasızca eleştiriyordu. Yetersiz olduğu algısını ortadan kaldırmaya çalışıyordu. Siyah, sert ve kederli bakışları hissettiklerini gün yüzüne çıkarıyordu. Ancak her şeye rağmen mutluydu, etrafındaki insanlara neşe saçardı. Hayat onu alt edememişti, en azından şimdilik.


Küçük kızı tabağındaki son lokmayı yerken başını ona çevirdi. Son derece olgun olmasına rağmen hayattan beklentisi yoktu. Onun için hiçbir şeyin anlamı yoktu. İki ablası da ülkenin önde gelen okullarından birini kazanmıştı. O ise annesinden ayrılmak istemediği gerekçesini göstererek okula giriş sınavını baştan savma yapmış, üç kardeş bir yerde hayalini söndürmüştü. Bunun verdiği bir değersizlik duygusu vardı hep içinde. “Zaten yapamıyorum.’’ düşüncesiyle başladığı işin peşinden koşmazdı. “Neden yaşıyorum ki?’’ diye düşünür, intihar düşünceleriyle boğuşurdu. Bunu en büyük ablasına söylediğinde ilk defa o zaman farketmişti, insanların aslında istediğinde iyi olabildiğini. En büyük ablasının bazı davranışlarını anlamsız bulurdu. Belli başlı özellikleri çok zıttı. Onun sadece kariyer peşinde koştuğunu, biriktirecek mutlu anısının olmadığını düşünürdü. Ailesi tarafından hoş görülmeyen davranışları vardı. Teknoloji bağımlısıydı mesela. Ders çalışmak için ona alınan tabletle sürekli oyun oynardı. Buna rağmen neden diye sorgulardı. Her zaman, her şeye karşı… Üstünden atamadığı bir çaresizlik, karamsarlık, ne yapacağını bilmemezlik vardı. Bezgin bakışları, çökmüş vücudu, ağır adımları adeta bunu gösteriyordu.


Kızlarına bakarken aklında elinde üzeri kan kaplı bıçağı tuttuğu gün geldi. Hiç olmadığı kadar cesaretli ve kırılgandı o zaman. Bayramdı. Küçük bir koyunun kesilmesi ve muhtaçlara verilmesi gerekiyordu. Hiç kimse öne atılmamıştı, herkes korkuyla yaklaşıyordu hayvana. Öldürmek ve iyilik etmek çelişkisini göz ardı ederek eline bıçağı almış ve herkese yüklenen sorumluluğun altından asilce, tek başına çıkmıştı. Daha on altıydı o zaman. Erkeklerin gözleri üstünde, gönülleri şahlanmış vaziyetteydi. Köyün tamamı ona talipti ama o delikanlı çehresiyle kimseyi istemiyordu. Ailesi durmamıştı; ona birini bulmak istiyorlardı, bulmalıydılar. Son derece zeki bir kızları olmasına rağmen okutmak yerine eş olarak bir başkasına hizmet etmesi gerektiği üzerinde hemfikir olmuşlardı. İstemeye istemeye daha önce hiç görmediği biriyle evlendirildi. Bir başka şehirdeki yeni evine beyazlara bürünmüş şekilde gittiğinde bile ona ilk söylenen üstünü değiştirdikten sonra çamaşırları yıkaması gerektiğiydi. Ancak bu, sadece sonradan göreceklerinin habercisiydi.


Evinden, ailesinden yoksun yeni şehirdeki yeni evinde ona ne söylendiyse yaptı, asla karşı koyamadı. Zamanla gözleri art niyetli biçimde kendisine çevirten asaleti, delikanlılığı kayboldu. Kendine olan güvenini kaybetti, korkaklaştı, emir kulu haline geldi. Yapabileceği işlere karşı zihni ona engel oldu, direncini kaybetti. Sekiz yıl boyunca bir çocuğa kavuşabilme umuduyla doktor kapılarının önünden eksilmedi. Günler ilerledikçe güneşi kaybolan ayçiçeği misali soldu, kırılganlaştı ama asla pes etmedi. İlk çocuğuna kavuştuğunda, ona sonrasında yaşadığı mutluluğu hatırlatan bir isim verdi.


Artık daha güçlüydü. Çünkü yaşamının amacını bulmuştu. Bir odaya günlerce yemek verilmeksizin kilitlenmesi, bir eşten ziyade hizmetli olarak görülmesi, hamileyken bile hiç tanımadığı ve tanımak istemeyeceği insanların kirli iç çamaşırlarını yıkaması, “Kadın dediğin evinde oturacak.’’ düşüncesiyle hareket ettirilmesi, her gün çektiği çilekeş hayatı yüzünden bir başına sessizce ağlaması artık boşunaydı. Hayatını sonuna kadar sürdürebilirdi artık. Çünkü içinde biriktirdiği tüm o sevgi ihtiyacını artık birinden alabilir ve verebilirdi.


Tekrardan hamile kaldı, iki yıl sonra ise kocasını 30 Ağustos günü işe giderken trafik kazasında kaybetti. Ancak ailesi hariç herkes onu kendisinin öldürdüğünü düşündü. Yine bir iftiraya kurban gitmişti. Kocasının yardım ettiği herkes ona ve kızlarına birer birer kapısını kapattı. Sanki hepsi o anı bekliyor gibi acımasız ve kesindi. Düşüncesiz ve halinden memnundular. Hepsi kızlar büyüdükten sonra onları yanına almayı ve hizmetli olarak muamele etmeyi planlıyordu. “Anası neyse kızları da öyle olur.’’ diye düşünüyordu bu cahil ve bencil zihniyetler.


Yaşadıkları onu daha güçlü kılmıştı. Şu ana kadar boyun eğmediği hayatına yine boyun eğmeyecekti. Onu sevmeyen “insanların’’ dedikleri gerçekleşmeyecekti. Buna izin vermezdi. Kızlarını bu acımasız dünyadan koruyacaktı. Kendi çektiklerini çekmelerine izin vermeyecekti.


Bunları düşünürken sessizce yemek yiyen kızlarına uzunca baktı, tekrardan gözlerini kapadı. Bir daha açmamak üzere.





18 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page