top of page

Türcü Bir Dünyada Alışılmışlık

Sömürünün ve zulmün olduğu bir yerde, barış ve sevgi olamaz. Bir diğer deyişle, içinde bulunduğumuz düzende ezilen, sömürülen ve katledilen insan harici nesne, hayvanları da içine almadığımız hiçbir hareket bize gerçek mutluluğu, adaleti, barışı getirmez. Yahudi soykırımındaki görevliler misali alıştığı düzenin kötülüklerini göremeyen, görse bile kendisine ne denirse onu yapmaya devam eden, ve bunu işine geldiği gibi kullanan kişilerle konuşabilmek, bu durumu anlatabilmek fazlasıyla güç. Yaşama hakkını tüm türler için istediğinizden değil, sisteme ve düzene ters ne yaparsanız yapın sürekli olarak aynı tavırla karşılaşırsınız.


— Kadın özgürlüğü isterken, hainsiniz.

— LGBTİ+ haklarından bahsederken, sapkınsınız.

— Barış isterken, hainsiniz.


“Beyaz ırkçılığı beyaz olmayan insanlar için ne demekse, antisemitizm Yahudiler için ne demekse, homofobi gey ve lezbiyenler için ne demekse, kadın düşmanlığı kadınlar için ne demekse, et yeme de hayvanlar için o demektir. Bu grupların hepsi, kendilerini tamamen oldukları gibi, sahip oldukları haklarla kabul etmeyen, özümsemeyen bir kültür tarafından ezilmektedir.”

(Carol J. Adams, Etin Cinsel Politikası, sayfa 148)


Tavırlar tarih boyunca hiç değişmedi, değişmeyecek: Çünkü bize öğretilenler başkalarının özgürlüğünü kısıtlamak üzerine kuruludur. Özgürlüğün kısıtlanması durumunu ise bütün filozoflara yaymak olasıdır. Ancak modernizm içinde kronolojik olarak ilerlediğimizde Kant’a özel bir atıfta bulunmak gerekir. Kant’ın özerk akıl anlayışı ve özgürlük kavramına verdiği öneme rağmen daha sonra gerek onu takip edenlerce gerekse onu eleştirenlerce reddedilmiş gibi durur. Bunun nedeni Kant’ın özgürlük kavramını öne çıkarırken bireyi öne sürmüş gözükse de aslında aklın özgürlüğünü, özgünlüğünü belirlemiş olur. Daha sonra gelen idealizm özgürlük kavramını da içine katacak biçimde aklı yorumladığında bireyin özgürlüğünü sınırlayan, ezen bir felsefe anlayışı ortaya çıkarmıştır.


Ağırlıklı olarak Yunan filozofları aklın önemine vurgu yapmakla kalmamıştır. Onlar bir varlığın bile varlık olma hakkına akılsal olduğu için sahip olduğunu düşünür. Buna karşın Kierkegaard insanı ayıran özelliğin akıl değil irade olduğunu söyler. İrade ise ne Schopenhauer ne de Nietzsche’de olduğu gibi güç kavramıyla ilgilidir. Biz “gelişmiş” ve “akıllı” canlılar olan insanlar, bizler gibi konuşamayan ve bizler gibi görünmeyen hayvanların yenmesinin normalleştirilmesi-alıştırılması hayvanlar üzerinde bir hak iddia etmekten doğar. Etinden, sütünden, yumurtasından faydalanıp bunu ticarileştirmek; içinde bulunduğumuz dünyanın istediği durumdur.

6 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page